ÖYKÜLER MASALLAR VE HİKAYELER 1

PİKNİK
Hava çok güzeldi. Bahar geldiği için her yer yemyeşil çimenlerle, çiçeklerle dolmuştu. O gün Pazardı ve babam:
-Hadi kalkın sizi pikniğe götüreyim, dedi.
-Olmaz, bu Pazar çok işim var. Camları silip, tülleri yıkayacağım, dedi annem.
-Soralım bakalım, çocuklar ne diyecek? dedi babam. Sonra odasında ödev yapmakta olan ablamı yanımıza çağırdı.
-Çocuklar bu sabah hava çok güzel. Toprak artık iyice ısındı. Kırlar bizi çağırıyor, “Gelin üzerimde dolaşın, temiz hava alın” diyor. Anneniz perde yıkayacak, cam silecekmiş. Peki, siz ne diyorsunuz, diye sordu. Ablam:
-O zaman oylama yapalım, babacığım, dedi. Sessizce onları dinleyen ben de araya girdim.
-Evet, baba oylama yapalım, dedim.
Annem burnundan soluyarak bize baktı. O arada babam:
-Pikniğe gitmek isteyenler parmak kaldırsın, dedi. Annemin dışında hepimiz parmak kaldırdık.
-Çoğunluk istediğine göre pikniğe gidiyoruz, dedi babam.
Annem de gönülsüz olmasına rağmen çoğunluğun isteğine uyarak piknik hazırlıklarımızı yaptı.
O gün gerçekten güzel bir gün geçirdik. Hatta pikniğe gitmeyi istemeyen annem bile çok mutlu oldu. Eve döndükten sonra da bahar yağmuru yağdı. Annem bir şey için çok sevinmişti.
-İyi ki pikniğe gitmişiz. Cam silseydim yine batacaktı, dedi.
Hepimiz annemi gıdıkladık, gülüştük.

Ülkü Duysak

KÜÇÜK DENİZ KIZI
Bir zamanlar altı güzel kızı olan bir kral varmış. Ama bu kral insanların kralı değilmiş. Ülkesi dalgaların altında balıkların değerli taşlar gibi parıldadığı bir ülkeymiş. Genç prenseslerin anneleri çoktan ölmüş ve onları büyükanneleri büyütmüş. İçlerinde en güzelleri en küçük olanıymış. Saçları altın bukleler halinde omuzlarına dökülüyormuş. Kızlar büyükannelerinin anlattığı yeryüzüyle ilgili masalları çok seviyorlarmış. Bu masallarda bacak adlı iki şeyin üzerinde yürüyen garip insanlar varmış. Küçük denizkızı da bu anlatılanları görmek istiyormuş. “Onbeş yaşını beklemen gerekir,” demiş büyükanneleri. “O zaman gidip görebilirsin.”

En büyük denizkızı yaşı geldiğinde yüzeye çıkmış ve gördüğü ilginç şeyleri kardeşlerine anlatmış. Yıllar geçmiş ve sonunda küçük denizkızının da yüzeye, insanların dünyasına çıkabileceği gün gelmiş. Şimdiye kadar hep merak ettiği dünyayı artık kendi gözleriyle görebilecekmiş. Yüzeye doğru yüzerken güneş batıyormuş. Yakınlarda bir gemi demir atmış. Küçük denizkızı yüzeye çıktığında güvertedeki yakışıklı prensi görmüş. Prens kendisini birisinin gözlediğini de, prensesin ondan gözlerini ayıramadığını da bilmiyormuş tabii. Birden hava kararmış, gemi çıkan fırtınayla sallanmaya başlamış. Çok geçmeden yelkenleri parçalanmış, direği kırılmış ve gemi sulara gömülmüş. Küçük denizkızı sularda çırpınan prensi son anda görüp kurtarmış. Onu kucaklayıp kıyıya götürmüş ve sahile bırakmış. Sabah olduğunda prens hala yattığı yerde uyuyor, denizkızı da başucunda onu bekliyormuş. Az sonra birkaç kız koşarak gelmiş. Prens gözlerini açmış ve kalkıp yürümüş. Küçük denizkızı oracıkta üzüntüsüyle baş başa kalmış.

O günden sonra küçük denizkızı prensi görebilmek umuduyla birçok kez yüzeye çıkmış. Artık dayanamıyormuş. Su cadısına gidip akıl almaya karar vermiş. Cadı onu görünce bir kahkaha atmış: “Niçin geldiğini biliyorum denizkızı,” demiş. “İnsana dönüşüp karaya çıkmak istiyorsun. Böylece prensle daha yakın olacağını düşünüyorsun. Ama bunun bir bedeli var, biliyor musun? “Bilmiyordum,” demiş küçük denizkızı, “ama insan olabilmek için neyse öderim.” “Sesini istiyorum,” demiş cadı, “şu şarkılar söyleyen güzel sesini. Bana sesini verirsen ben de seni iki ayaklı güzel bir genç kıza çeviririm. Ama unutma, prens seni bütün kalbiyle sevmeli ve evlenmeli. Yoksa bir deniz köpüğüne dönüşüp sonsuza dek yok olursun.” ” Çabuk,” demiş küçük denizkızı. “Ben kararımı çoktan verdim zaten.” Bunun üzerine su cadısı küçük denizkızına içmesi için büyülü bir ilaç vermiş. Küçük denizkızı prensin karşısına dikildiği an prens bu hiç konuşmayan kızdan çok hoşlanmış ve onsuz yapamayacağına karar vermiş. Küçük denizkızı da prensi her geçen gün daha çok sevmiş, ama prens ona bir türlü evlenme teklif etmiyormuş. Prensin annesi ve babası, kendine eş bulması için baskı yapıyorlarmış. Prens sonunda yakındaki bir ülkenin prensesiyle tanışmaya karar vermiş. Yanında küçük denizkızını da götürmüş. Zavallı kız çok acı çekiyormuş. Prens komşu ülkeye gidip prensesle karşılaşınca aklı başından gitmiş ve hemen evlenmek istemiş. Düğünleri muhteşem olmuş. Her yer çiçek, ipek ve mücevherle kaplıymış. Mutlu çifti görmeye gelen herkes coşku içindeymiş. Yalnızca küçük denizkızı sessizmiş. Gözyaşları sessizce süzülüyormuş yanaklarından. O gece küçük denizkızı güvertede dikilmiş karanlık sulara bakıyormuş. Gün doğarken bir deniz köpüğü olup o sulara karışacakmış. Birden suların dibinden denizkızının kardeşleri çıkmışlar. Saçları kısa kısa kesilmiş. “Saçlarımızı su cadısına verdik, karşılığında da bu bıçağı aldık. Eğer bu gece bu bıçağı prensin kalbine saplarsan büyü bozulacak.” Küçük denizkızı bıçağı almış ama prense asla zarar veremeyeceğini biliyormuş. Güneş doğduğunda kendini ağlayarak denize atmış. Ama denize düşmemiş. Kendini havada uçarken bulmuş. Çevresinde altın renkli ışıklar dans ediyormuş. “Biz havanın kızlarıyız ” demişler. “Artık bizimle mutlu olursun.” Küçük denizkızı gökyüzüne doğru yükselirken aşağıya, prensin gemisine bakmış ve gülümsemiş

ELİF ELFİDA VE HAYIR
Elif ve Elfida bugün biraz üzgündüler. Annesi evde yeni kurallar koymuştu. HAYIR DEME KURALI, oysa onlar bu kelimeyi hiç sevememişler di. Meselâ bugün, elif ile elfida arkadaşları ile oyun oynamak ve sonrasında ders çalışmak için annesine.
-Anneciğim arkadaşlarımızla az oyun oynayalım, sonra dersimize çalışırız dediklerinde
Annesi
-Hayır, önce dersinize çalışın sonra oyun oynarsınız.
Demişti.
Onlarda suratlarını asarak çalışma odasına girdiler, bir köşeye çekilerek yüzleri asık sessizce oturdular. Elif
-Ablacığım, annem neden değişti? Neden dışarıda oynamamıza izin vermiyor? Yoksa bizi artık sevmiyor mu artık?
-Bilmiyorum kardeşim, bende şaşırdım, dur bakalım bunun sebebini öğreniriz. İlk önce gel pencereden dışarıya çıkalım sessizce annem duymadan, sonra dersimizi yapar annemize neden böyle davrandığını sorarız.
Sessizce pencereyi açtılar, yere yakın olan pencereden sessizce inerek arkadaşları ile oyun oynamak için koşmaya başladılar. Annesi ise onları dış kapının yanında izliyordu sesini çıkarmadı mutfağa geçti.

Elif ve elfida akşama kadar arkadaşları ile oyun oynadılar, yorgun düşünce yine sessizce pencereden çalışma odasına girdiler.
Çok yorgundular, ders yapacak güçleri kesilmişti. Elif
-Ablacığım az uyuyalım daha sonra akşam yemeğinden sonra çalışırız.
Dedi ve sessizce uyumaya başladılar.
Sabaha kadar mışıl mışıl uyudular. Annesinin sesi ile uyandılar.
-Haydi, çocuklar kalkın okula geç kalacaksınız, kahvaltı hazır.
Elfida ilk uyanan oldu, yatağın üzerinde az oturdu birden aklına yapmadıkları ders geldi. Korku ve heyecanla elifin başucuna geldi
-Elif kardeşim kal çabuk kalk, dersimizi yapmadık, uykuya dalmışız yorgunluktan.

Elif de birden yatağından fırladı, şaşkınlık içinde.
-Eyvah, öğretmenimize ne söyleyeceğiz biz şimdi. Yalan söylemek doğru değil.
-Evet, kardeşim yalan söylemek doğru değil, gerçeği söyleyeceğiz. Annemiz bize hayır deyince, bizde hayır diyerek’den önemsemediğimiz için onun ne demek istediğini bilmediğimiz için, bunun ne demek olduğunu anlayamadığımız ve aramızda ifade edemediğimiz için, olduğunu söyleyeceğiz. Aman saçmaladım aklım karıştı!

Kapıyı açan annesi
-Aferin çocuklarıma, hatanızı anlamanız ve yalan söylemenin dürüstlük olmadığını bildiğiniz için size süprizim var, öğretmeniniz bugün hastalanmış, okul bugün tatil.
Elif ve elfida saşkınlık ve sevinç içinde.
-Yaşasın! Yaşasın şimdi ödevimizi yapabileceğiz özür dileriz anneciğim senden, bizi sevmediğini düşünmüştük yanılmışız.
Hep birlikte gülümseyerek kahvaltı için salona geçtiler.

Mehmet Aluç

ELİF ELFİDA EKİP ÇALIŞMASI
Elif ve Elfida’nın annesi ellerinden tutarak, haydi bakalım yeni şeyler yeni arkadaşlıklar öğrenmenin zamanı geldi diye, okula yazdırmaya gittikleri o mutluluk dolu o günlerin üzerinde iki ay geçmişti.
Yeni arkadaşlıkların ve keşiflerle dolu okulun, heyecanla yeniliğe doğru koşmalarının sevincini bügün yazdıkları yazı ile öğretmenlerinin ödüllendirdiği, gündü. Daha dün öğretmeni birlikte ekip olarak çalışmaları için ders verdiğinde, elif
-Öğretmenim, neden bu konuyu tek başına bize ayrı, ayrı vermediniz dediğinde

Öğretmeni ise
-Başarıya ulaşmak için ekip olarak çalışmanız, hedefinize ulaşmanız için çok önemlidir.

Dediğinde bir şey anlamamıştı. Tek başına çalışarak, öğretmeninden aferin almayı hatta yazısının yıldızlı yazı olmasını istiyordu. Elfida bu ekip çalışma işinden çok memnun kalmış, fakat kardeşinin bu hırsını yenmesi için ne yapması gerektiğini düşünüyordu.

Eve geldiklerinde bu sıkıntısını annesine anlatınca
-Tamam, kızım sen üzülme birlikte kardeşinin yalnız başına çalışma hırsını ve ekip olarak çalışmanın ruhunu ezmesine izin veremeyiz.
-Tamam, anneciğim, teşekkürler ederim.

Diyerek çalışma odasına geçti. Kardeşi tek başına öğretmenin vermiş olduğu beraber ekip olarak yapılması için verdiği dersi tek başına yapmaya başladığını görünce.
-Kardeşim, neden acele ediyorsun, bu dersi beraber yapmamız gerekmiyor mu?
-Hayır, ben tek başına yapmak istiyorum, tek başına ben daha başarılı olacağıma inanıyorum.

Bir şey söylemeden çalışma odasından dışarıya çıkarak, mutfakta akşam yemeğini hazırlayan annesinin yanına gitti. Annesi Elfida’nın üzgün halini görünce.
-Sen üzülme kızım, birazdan kardeşine ekip çalışmasının güzelliği ile birlikte hedefe ulaşmanın başarısını öğreteceğiz. Sen şimdi beni iyi dinle, şimdi kardeşinin yanına gidiyorsun ve…

Elfida telâşla, çalışma odasına doğru koşarak.
-Elif kardeşim, annem rahatsızlandı bana yardım eder misin? diyerekden telâşla kapıyı açtı içeriye girdi. Ablasının telâşlı hali ve annemiz rahatsızlandı sözü ile dersinin başında kalkarak kardeşine korkarak koştu.
-Annemize ne oldu ablacığım?
-Korkma kardeşim, mutfakta ayağı kaydı yere düştü, ayağını burktu.

Elif ağlamaya başlayınca.
-Ağlama kardeşim, üzülecek bir şeyi yok sadece akşam yemeği için sofrayı, birlikte kurmamız gerekiyor, bunun için yardımına ihtiyacım var kardeşim.

Elif şaşkınlık içinde
-Annemiz iyi değil mi?
-Evet kardeşim. Bana yardım edecek misin?
Elif sevinç dolu bir ses tonu ile
-Elbette yardım ederim ablacığım, önce annemin yanına gidelim haydi onu görmek istiyorum.

Birlikte çalışma odasından çıktılar. Kanepede ayağını uzatmış üzgün duran annesine koşarak boynuna sarıldı
-Geçmiş olsun anneciğim, sen iyi misin?
-İyiyim kızım sadece az ayak bileğim ağrıyor, akşam yemeği için sofrayı hazırlayamadım, az beklerseniz Neşe halanız gelecek o zaman akşam yemeğini yiyebiliriz ancak.

Elif sevinç dolu bir ses tonu ile.
-Yok, hayır anneciğim halama gerek yok, biz şimdi ablamla akşam sofrasını hazırlarız.

Ablasına dönerek
-Hazırlarız değil mi ablacığım beraberce akşam sofrasını?

Ablası
-Tabi anneciğim, kardeşimle ekip olarak birlikte sofrayı kurar daha sonrada birlikte ekip ruhu ile dersimizi yaparız, sen üzülme.

Elif
-Birlik ders ça… Evet, anneciğim birlikte el ele vererek daha güzel çalışırız sen merak etme anneciğim, ablacığım kusuruma bakma ben şey yanlış karar verdim galiba ekip çalışması ile ilgili, özür dilerim senden
-Önemli değil kardeşim, haydi akşam sofrasını birlikte hazırlayalım hep birlikte yemeğimizi yiyelim.
Hep birlikte gülümsediler ve birbirlerine sarıldılar.
İşte bu ekip çalışması ile hazırladıkları ders ile bugün ilk yıldızlı pekiyi birlikte almışlardı.

Mehmet Aluç

SEVİMLİ MİNİK KÖPEK YAVRUSU
Elfida ve elif iki kız kardeş bugün okula başlamalarının ilk günü olduğundan çok heyecanlı idiler. Akşam yatmadan önce okul çantalarını hazırlayarak başucuna koymuş olmanın heyecanı ile yatmışlardı ve sabahı zor etmişlerdi. Sabah uyanan elfida, elif’e
-Elif kardeşim haydi kalk, okula geç kalacağız diyerekten uyandırdı.
Uykudan uyanan elif, elleri ile gözlerini ovuşturduktan sonra
-Tamam, kardeşim kalkıyorum dedi
Anneleri onları uykularında kaldırmaya gittiğinde, onları kalkmış olarak görünce gülümseyerek.
-Aferin benim şekerlerime, uyanmışlar da hazırlanıyorlar okula gitmek için dedi.

Elfida annesini görünce.
-Günaydın anneciğim, bugün çok heyecanlıyım okulda yeni arkadaşlarım olacak çok sevinçliyim dedi.

Elfida ve elif annelerine sarılarak kahvaltılarını yaptılar, anneleri ile okulun yoluna çıktılar. Yolda neşe içinde yürür iken, az ileride iki tane köpek yavrusunu gören elfida
-Anneciğim bak iki tane sevimli pati pati.

Annesi ne söylemek isteğini anlamak için etrafına bakar iken az ilerde iki tane köpek yavrusunu gördü. Elfida köpek yavrularına pati pati ismi ile çağırıyordu. Annesi gülümsedi.
-Gördüm kızım ne kadar sevimliler.

Elfida ve elif az ilerde bir ağacın dibine sinmiş iki adet köpek yavrusunun yanına neşe içinde koştular.

Günlerdir aç olan iki köpek yavrusu, güçsüz bir şekilde oturuyorlardı. Elfida beyaz olanın yanına sevinçle koştu kucağına alarak okşamaya başladı. Elif siyah olan yavruya doğru koştu.

Elfida
-Sen çok beyazsın, senin adın bulut olsun dedi

Elif
-Sende siyahsın senin adında kara olsun dedi

Anneleri uzakta çocuklarına gülümseyerek baktı.
-Haydi, çocuklar okula geç kalacaksınız.

Elif ile elfida yavru köpekleri bırakıp gitmek istemiyorlardı. Elfida
-Anneciğim ne olursun az daha sevelim, bakar2mısın galiba bunlar çok aç anneciğim, ben bundan sonra verdiğin tüm yemekleri uslu uslu yiyeceğim tabakta yemek bırakmayacağım, az birazcıkta kendi yemeğimden ona vereceğim ne olur anneciğim

Elif
-Anneciğim ne olursun, bundan sonra söz, tüm oyuncaklarımı kardeşim ile paylaşacağım.

Annesi, sevgisini paylaşan ve arkadaşlık duygusu ile dolu Elfida’yı ve paylaşımdan uzak duran elifin paylaşımcı hoş görü sevinci ile küçük köpeğe sarılan Elif ile Elfida2yı kırmak istemiyordu.
-Tamam, yavrularım, karşı bakkaldan süt alalım karınlarını doyuralım.
Elif ile Elfida sevinçten havalara zıpladılar. Anneleri karşı bakkaldan süt alıp geldikten sonra, bulut ile karayı bir güzel besledikten sonra Elfida
-Anneciğim ne olursun bunları sokakta bırakmayalım, bak bunlar çok sevimli ne olursun biz alalım evimizde besleyelim.

Annesi Elif ile Elfida’nın gözlerine baktı. Mutluluktan gülümsüyordu.

-Tamam, yavrularım, ama sizler okulda ve evde uslu duracaksınız tamam mı?
Elif ile Elfida bir ağızdan
-Tamam, anneciğim söz veriyoruz.

Annesi karşı bakkaldan iki tane karton koli alarak minik bulut ile karayı içine koydular.

Okuldan sonra Elif ile Elfida koşarak eve geldiklerinde bulut ile karanın yeni kulübelerini bahçenin içinde görünce şaşırdılar. İki minik köpek yavrusu birbirleri ile oynuyorlardı. Onlarda küçük bulut ile karanın oyununa eşlik ederek bahçenin içinde şen ve kahkahalar eşliğinde bahçede koşmaya başladılar. Artık çok mutluydular, pencereden onlara bakan annesi, onların neşeli sevgiyi paylaşan hallerini görünce gülümseyerek bahçeye çıktı, gülümseyerek onları seyretmeye başladı.

Mehmet Aluç

ELİF ELFİDA GÜVEN DUYGUSU
Bugün Elif ile Elfida ders çalışıyorlardı yine birlikte. Elif ders çalışmaktan kaçarak dışarıya bakıyordu. Elfida ise dersine çalışarak bitirmek istiyordu. Bunu gören elfida

-Kardeşim neden dersini yapmıyorsun? Dedi

Elif omuzunu silkelyerek yapmak istemediğini belirtti.
Elfida dersini bitirdi. Mutfakta yemek hazırlayan annesinin yanına giderek elifin ders yapmadığını söyledi.
Annesi ile çalışıma odasına girdiler. Elif hala dışarıya bakıyordu.
Elfida annesinin kardeşine kızmadığını görünce, annesine.
-Anneciğim, kardeşime neden çalışmasını söylemedin. Dedi.

Annesi ise
-Kardeşin zaten ders çalışıyor. Dedi

Elfida şaşırdı.
– Anneciğim, ders çalışmıyor ki?
Annesi elfidayı kucağına aldı.
-Kızım, kardeşin dersten sıkılmış bu sıkıntısını atmak için oyun oynamak yerine etrafını inceliyor. Eminim birazdan dersini yapacak kardeşin.

Elfida
-Anlayamadım anneciğim! Dedi
-Yavrum şimdi kardeşine kızarsak, ders yapmaktan nefret edecek ve bize de kızgın olacak, onu kendi haline bırakalım bak göreceksin birazdan çalışacak. Şimdi ona sevdiği pastadan bir dilim götür, kardeşin acıkmıştır.

Elfida annesinin dediğini yaptı, ama aklı hala karışıktı, kardeşine en sevdiği çilekli pastadan bir dilim götürdü, gülümseyerek uzattı. Elif bir anda şaşırdı gülümsedi, sevdiği pastayı aldı kardeşine teşekkür ederek yedi ve annesinin dediği gibi de dersini yaptı, kalemlerini defterlerini çantasına koydu ve yanağına bir öpücük kondurdu. Elfida
-Kardeşim bu öpücük ne içindi? Dedi
-Seni çok sevdiğim ve ablam olduğun için ve bana güvendiğiniz değer verdiğiniz için dedi.
Beraberce güldüler ve bahçeye çıkarak beraberce oyun oynamaya başladılar.

Mehmet Aluç

ATATÜRK’ÜN ÇOCUKLUK ANISI: BALIKLARI SUYA ATTIM

Bir gün Makbule ile Naciye’yi yanıma alarak çiftliğin yakınındaki gölette balık tutmaya gittim. Ben oltayla balık yakaladıkça Naciye ağladı, yalvardı, balıkları suya atmamı istedi. Naciye ağlamasın diye, balıkları suya attım ve erkenden çiftliğe döndük. Zaten hastaydı, hastalığının ilerlemesinden korkuyordum.

Çiftlikte elimdeki kovanın boş olduğunu gören dayım bana şöyle dedi:
” Vay Mustafa , bakıyorum göletteki bütün balıkları yakalamışsın. Bu kadar balık bize çok, yarısını köye verelim. Hani balıklar, oltana yakalanmak için, atılırlardı. Hani avladığın balıkları şanslı sayardın. Giderken bir kova daha istiyordun. Sen önce bu kovayı doldur da sonra ikinci kovayı iste. ”
Dayım konuşmasına devam edecekti fakat Makbule araya girdi:
” Mustafa abim, yakaladığı balıkları suya atmasaydı iki kova dolardı. ”

Bunun üzerine dayım:
” Nee, abin yakaladığı balıkları suya mı attı? Ama neden? ” diye sordu.

Makbule bu soruya şöyle cevap verdi:
” Çünkü Naciye balıklara acıdı ve her balık yakalandıktan sonra ağladı. ”

Naciye:
” Ben ağladım diye abim bir dolu balığı suya attı. ” dedi.

Dayım:
” Affet beni Mustafa.. Durup dururken haksız yere sana laf söyledim. Senin boşa konuşmayacağını anlamalıydım. Yarın ikimiz gideriz balık tutmaya. Yanımıza dört kova alırız. ” dedi.

Dayım konuşmasını bitirince bir an Naciye ile gözgöze geldik. Kardeşim yalvaran bakışlarla bana bakıyordu.

Ertesi gün sabah kahvaltısından sonra dayım çiftlikte beni çok aradı. Bulamazdı tabi ki çünkü samanlığa saklanmıştım. Dayım, Mustafa, Mustafa, nerdesin? diye bağırdıkça yanımdaki Makbule ile Naciye kıkır kıkır güldüler.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Anılarından

KİRPİ KİKİ’NİN KARNI AĞRIYOR
Kirpi Kiki o gün çok heyecanlıydı. Günlerdir hazırlık yapmıştı. O günü sabırsızlıkla beklemişti. Uzak ormanda yaşayan kuzeni, Kirpi Kiki’yi ziyarete gelecekti. “Sanırım akşama burada olur” dedi Kirpi Kiki… Sonra da bir sepet alıp ormana gitti. Ormanda böğürtlen toplayacaktı. Kuzenine böğürtlenli pasta yapacaktı. Şarkı söyleye söyleye bir sürü böğürtlen topladı. Toplarken birkaç böğürtleni de ağzına attı. Oysa Kiki’yi karga Gaki uyardı. “Gak Gak… Böğürtlenleri yıkamadan yememelisin gak… Sonra pişman olursun. Çünkü hasta olursun guk…” Ama Kiki karga Gaki’yi dinlemedi. Birkaç böğürtlenden bir şey olmaz. Bu kadarcık böğürtlen beni hasta yapmaz.” dedi. Sepeti dolunca, taktı sepeti koluna… Gitti evine sepetini sallaya sallaya… Unu ve yumurtayı çıkardı. Yumurtaları çırpmaya başladı. Tam o sırada… Şiddetli bir sancı girdi karnına… “Ah… Karnım…” diye bağırdı Kiki… Karnı çok ağrıyordu. Telefonun yanına gitti. Doktor file telefon etti. Fil gelip
Kiki’yi muayene etti. “Hemen hastaneye gitmeliyiz. Daha fazla beklememeliyiz” dedi. Ama Kiki hastaneye gitmek istemiyordu. “Kuzenim gelecek. Hastaneye gitmesek”. Fil de ona “Hastanede tedavi edilmelisin. Burada iyileşemezsin” dedi. Kapıya bir not yazdılar. Sonra fil Kiki’yi sırtına alıp hastaneye götürdü. Kiki çok üzgündü. Fil, Kiki’ye “Bugün yıkanmamış ne yedin?” diye sordu… Böğürtlen yemişti. Oysa karga Gaki ona yememesini söylemişti. Keşke sözünü dinleseydi. Şimdi evinde kuzeniyle olurdu. Kiki birkaç gün hastanede yattı. Kuzeni de hastanede onu ziyaret etti. Ona “Geçmiş olsun” dedi. Kiki bir daha meyve ve sebzeleri yıkamadan yemedi. Yıkanmamış meyve ve sebzeler bizi hasta ederdi.

23 NİSAN VE KÜÇÜK ALİ
Ulusal bayramlarımız içinde en sevdiğim bayram 23 Nisan’dır. Çünkü benim çocukluğumda okulca iki ulusal bayram kutlanırdı. Biri Cumhuriyet, diğeri 23 Nisan. Okulun açılışının ilk günlerine rastladığı için yeteri kadar hazırlanma fırsatı bulamadığımızdan Cumhuriyet Bayramı kutlamaları yavan ve sönük geçerdi.
Oysa 23 Nisan öyle mi? Bir kere hazırlık için uzun bir süre var. Sonra, uzun ve sert geçen bir kıştan sonra sıcak günlerin habercisi, baharın başlangıcı, tabiatın uyanışı, börtü böceğin canlanması… 23 Nisan beni, çocukluk günlerime, ilkokuluma götürür. İki ya da üçüncü sınıftaydım. O gün gökyüzü bulutsuz, hava sıcaktı. Yemyeşil harman yerinde kuzular, koyunlar, danalar, taylar otluyor, kadınlar madımak topluyordu.

Okulun bahçesinde sıra olduk. Başta bir ağabeyin taşıdığı okul bayrağı arkada annelerimizin hazırladığı küçük ebatlı Türk bayraklarımızla Eskişehir Marşı’nı söyleyerek köyü baştan başa dolaşıp harman yerine, geniş harman yerinde tek bir ev olan tuğlalı ve balkonlu bizim “öğretmenevi” dediğimiz, resmi ağızların lojman dedikleri binanın önüne geldik. Büyüklerimiz önceden gelip kendileri için ayrılan yerlere yerleşmişlerdi bile…

Lojmanın yerden bir metre kadar yüksek olan balkonu sahne olarak düşünülmüş. Önüne asılan perde, Küçük Ali piyesinin dekorunu saklamakta, diğer etkinlikler perdenin önünde gerçekleşmekteydi. Seyirciler, sahnenin önünde, yaşlılar sandalyelerde diğerleri uygun buldukları yerlere ilişmiş, ama hepsinin gözleri pür dikkat sahnede…

İstiklal Marşı, günün anlam ve önemini belirten konuşma, şiirler, türküler, halk oyunları, alışılmış ama köyümüz için renkli görüntülerdi. Hepsi ayrı beğeni topluyor, özellikle kahramanlık ve Atatürk Şiirleri, yaşlılarımızı ve kimi gazilerimizi derinden etkiliyordu.

Gözleri bağlı yoğurt yeme yarışları, ağza alınan kaşıklardaki yumurtaları düşürmeden koşma yarışmaları, çuvala girerek yapılan koşular, köylümüzün şimdiye kadar görmediği, şaşkınlık ve beğeniyle izlediği yarışmalardı. Bütün bu ve benzeri etkinliklerden sonra sıra piyese, Küçük Ali piyesinin sergilenmesine gelmişti.

Oyunu ayrıntısıyla hatırlamıyorum ama konusu Kurtuluş Savası’yla ilgiliydi. Yedi – sekiz yaşlarındaki Küçük Ali’nikahramanlıklarının anlatıldığı oyun, şehit olan Ali’nin bayrağa sarılı cesedinin bir büyüğünün kucağında görülmesiyle sona eriyordu. Bu final büyük küçük herkesi etkilemişti. Aralarında Kurtuluş Savaşı gazilerinin de bulunduğu büyüklerimiz neler düşünüyordu bilinmez ama biz küçükler kararımızı çoktan vermiştik bile.

– Seneye 23 Nisan’da Küçük Ali’yi ben oynayacağım. Büyüyünce de kesinlikle öğretmen olacağım. 23 Nisanları daha görkemli kutlamak için

ELİF ELFİDA VE KISKANÇLIK
Elif bugün çok huysuzdu. Bakışları ile konuşması kızgınlık dolu kırıcı ve hareketleri ile etrafına zarar veriyordu. Kapıyı hızla kapatıyor, annesinin sözüne kulak asmıyor kaşları ise çok çatıktı. Elfida iki yaş büyük olmasına rağmen kardeşinin bu hareketinden bir şey anlayamamıştı. Her söylediği söze, elif kızıyor bağırıyor kaşlarını çatıyordu.
Matematik dersine yardım ederken Elfida, elifin problemin yanlış çözdüğünü söylemesi ile elif defteri kalemi etrafına savurarak ve ağlayarak dışarıya çıkması ile korkuya kapılan elfida annesinin yanına koştu.
Annesi mutfakta akşam yemeğini hazırlıyordu. Elfidayı görünce
-Aferin kızıma, dersini bitirmiş annesine yardıma gelmiş. Dedi
Elfida şakınlık içinde
-Hayır, anneciğim, kardeşimin dersine yardım ederken huysuzlandı, defteri kalemi etrafına savurdu ağlayarak bahçeye çıktı. Bende çok korktum anneciğim!
Annesi az düşündü. Gülümseyerek
-Sen endişlenerek korkma kızım, kardeşin seni kıskanıyor ondan böylesine huysuzluk yapıyor. Hani geçen gün yemekte keşke okul olmasaydı diyerek’ten seni çimdiklemişti ve geçen gecede altını ıslatmıştı hatırlıyor musun?
Elfida az düşündü
-Tamam, hatırladım anneciğim, ama ben o anda benimle şakalaşıyor sanmıştım, altını ıslatmasına da çok fazla su içtiği için sanmıştım.
-Hayır, kızım seni kıskanıyor, sen ilk çocuğumuz olduğun için kıskanacağın bir kimse yoktu evimizde o nedenle bilmiyorsun. Kardeşin senin problemleri anında çözmeni ondan daha çabuk dersini bitirdiğin için ve bizlerinde yani baban ile benim seni daha fazla sevdiğimizi sanıyor ve kıskanıyor.
Elfida derin düşüncelere daldı. Annesinin söylediklerini anlamaya çalıştı, sonra
-Ben şimdi kardeşimden yardım istesem, onun yardımına ihtiyacım olduğunu söylesem onun bu kıskançlığı geçere mi?
Annesi gülümseyerek
-Aferin kızıma, çok güzel düşündün. Sen şimdi üzgün kardeşinin yanında otur ben sana sorayım neden üzgün olduğunuzu, sen bana anneciğim resim dersim var, resim çizemiyorum kardeşim elif çok güzel resim çiziyor, ama oda üzgün şimdi bana resim yaparak yardımcı olamaz dersin, kardeşinin de üzgün halini sormadan sana yardımcı olmanın sevinci ile hem üzüntüsü kaybolacak vede kıskançlığı yok olacak.
Elfida
-Tamam anneciğim. Dedi
Elfida, üzgün bir şekilde oflayarak puflayarak bahçede üzgün oturan kardeşinin yanına gitti, konuşmadan oturdu. Elif kardeşininde kendisi gibi kızgın görünce başka bir köşeye giderek oturdu. Biraz sonra bahçeye çıkan Elif ile elfida nın annesi, Elfidaya yönelerek
-Elfida kızım, neden kızgın ve sıkıntılısın bir derdin mi var kızım? Dedi
Elfida kızgın üzgün bir ses ile
-Anneciğim öğretmenim resim dersi verdi, ama ben güzel resim yapamıyorum, kardeşim elif çok güzel resim yapıyor, ama oda üzgün ve benimle konuşmuyor ve yardımcı olmasını söyleyemiyorum.
Konuşmaları can kulağı ile dinleyen elif bir anda ayağa kalktı, elfida’nın yanına geldi sevinç içinde.
-Yok, ben kızgın değilim anneciğim az canım sıkıldı oda geçti bak, ablamın dersine yardım etmemi istiyorsa ben yardım ederim anneciğim.
Elfida
-Tabi kardeşim senin resim dersin çok güzel, bana yardımcı olur musun? Dedi
Elif
-Tabi ablacığım yardım ederim, ne resmi yapılacak. Dedi
-Bahçede neşe içinde oyun oynayan iki kardeşin resmi çizilecek kardeşim.
Elif hoplayarak zıplayarak neşe içinde, çalışma odasına koşarken Elfida ve annesi gülümsüyorlardı. Annesi
-Haydi, benim akıllı kızım, kardeşin çalışma odasında sende yanına git, resim kalemini ve defterini ver kardeşine sana güzel bir resim çizsin.
Elfida sevinç içinde
-Tamam anneciğim. Dedi
Elfida da gülümseyerek çalışma odasının kapısını açarak içeriye girdi, kendisine gülümseyen heyecan dolu bir şekilde bekleyen kardeşine, resim defterini ve resim kalemini vererek resim çizmesini seyretmeye başladı.
Mehmet Aluç

ELİF İLE GÜLTEN PİKNİKTE
Elif ile Gülten çok mutluydular, çünkü anneleri onları ve pamuk ve karayı pikniğe götürecekti. Annesi Elif ve Gülten’e

-Aferin yavrularım artık birbirinizle her şeyinizi paylaşmayı öğrendiğiniz ve yemeklerinizi tabaklarda hiç bırakmadan yediğiniz için hatta sevginizi pamuk ve kara ile paylaştığınız artık tek başınıza uslu uslu odanızda uyuduğunuz için siz bu pikniği hak ettiniz

Çok mutluydular, bahçede oynayan minik köpekleri pamuk ve kara ile oynarken Pamuk ile Kara’nın kulaklarına bu sevinçli haberi fısıldadılar.
Akşam yemek ’den önce dişlerini ve ellerini yıkadıktan sonra yemeklerini yediler ve yemek sonrasında yine dişlerini ve ellerini yıkayarak uyku saatinde artık tek başlarına uymak için odalarına çekildiler.

Elif
-İyi geceler kardeşim

Gülten
-Sana da iyi geceler kardeşim, sen önce yat üstünü örteyim.
Kendinden bir yaş küçük kardeşinin üstünü düzgünce örttükten sonra yattılar. Anneleri ‘de onları kapının arkasında izliyordu. Bu asil güzel davranıştan dolayı gözleri yaşlandı. Artık Elif ile Gülten yaramazlık yapmıyorlar, her ortama uyum sağlayarak duygusal bir bağ içinde anlayışlı olarak köpekleri bulut ve kara ile yaşıyorlardı.

Sabahları yine ilk uyanan Gülten oldu. Kardeşini usulca yatağından kaldırdı. Elbiselerini giydirdi. Ellerini yüzlerini yıkayarak, kahvaltı için masaya oturdular. Tabaklarında kalan yemekleri Bulut ve karaya götürdüler ve piknik için yola çıktılar. Yolda neşe içinde bulut ve kara ile oynayarak piknik alanına vardılar. Anneleri ise evlerinde köpek beslemenin ve çocuklarının bu hayvan sevgisi ile ne kadar anlayışlı duygusal paylaşımcı bir çocuk haline gelmelerinin sevinci ile piknik alanına sofra bezini serdi.

Elif
-Ablacığım bugün ben beyaz ile oynayabilir miyim? Dedi

Gülten
-Tabi kardeşim oynayabilirsin? Dedi

Gülten bu seferde annesine
-Anneciğim yarın bulut ile karanın aşılarını yapacağız değil mi?

Annesi
-Evet, kızım, onlar artık bizim ailemize katıldılar onların sağlığı sizin sağlığınız kadar çok önemli dedi.
Gülten ve Elif gülümseyerek annelerine sarıldılar, bunu gören minik bulut ve kara da onlara küçük küçük havlamalar ile sarılarak ayaklarının dibinde zıplamaya başladılar.

Akşama kadar park yerinde eğlendiler, yorgun düşünce anneleri Elif ve Gülten ve pamuk ile karaya yerde küçük bir döşek sererek, uyumaları için üstlerine yorgan örttü. Akşam’a doğru uykularında neşe içinde dinlenmiş uyandılar ve tekrardan güle oynaya evlerinin yoluna doğru yürümeye başladılar.

Mehmet Aluç

DEV HAMSİ
Yavru hamsi annesi ile birlikte Karadeniz’de yaşıyormuş. Onlar sık sık deniz yüzeyine çıkıp etrafı seyrediyorlarmış. Yavru hamsi annesini sorduğu sorularla bunaltıyormuş:
“ Anne, bu dünya niye var? Sen neden varsın? Ben neden varım? Bu deniz niye dalgalı? Neden büyük balıklar küçük balıkları yiyor? “

Annesi yavru hamsinin sorduğu sorulara bir cevap bulamazken, yavru hamsi bir soru daha sormuş:
“ Anne, sen anne olmuşsun ama neden az büyümüşsün? Pek çok balığın yavrusu senden büyük. “

Bunun üzerine annesi: “ Yavrum, hamsiler en çok yirmi santimetre olurlar. Bizim cinsimiz böyle. Fazla uzamıyoruz. “

Yavru hamsi: “ Anne, balinalar yirmi metre olurmuş. Ben de büyüdüğümde yirmi metre olabilir miyim? Bunun için ne yapmam gerekir? “

Anne hamsi: “ Canım yavrum, beni geçen yıla döndürdün. Aynı şeyi ben de düşünmüştüm. O zamanlar senin kadar bir yavruydum. Palamut sürüsü, bizim sürüyle birlikte annemi de yutmuştu. Tek ben kurtulmuştum ama bu koca denizde yalnız ve çaresiz kalmıştım. Birden uzaklardan gökkuşağı belirdi. Gökkuşağının altından geçenin dileği kabul olurmuş. Çok uğraşmama karşın, gökkuşağına erişemedim. “

Yavru hamsi: “ Anne, gökkuşağının altından geçebilseydin, ne kadar büyümek isterdin? “

Anne hamsi: “ Dünya denizlerinde yaşayan en büyük balık olmak isterdim. Değil palamut beni yutacak, köpekbalıkları bile benden korkardı. “

Anne hamsi birden bakışlarını uzaklara çevirmiş. Gözlerini kısmış. Denizle göğün birleştiği yere yakın, çok uzaklarda, gökyüzünde, gökkuşağı belirmiş. İki ay önce deniz dibine kırk bin tane kadar yumurta bırakmış ama tamamına yakını deniz canlıları ve balıklar tarafından yenmiş, yutulmuş. Sadece bu, şimdi yanında olan ilk ve tek yavrusu yumurtadan çıkıp, dünyaya merhaba demiş. Onun sorduğu sorulara bakıp da bazı yaşam normlarına diş geçirebileceğini anlamış. Standartlar paramparça olmalıymış. Böylece denizaltı dünyasında hamsi, değişim geçirerek, yeniden doğarmış.

Anne hamsi: “ Bak yavrum, ilerde gökkuşağı belirdi. Git ve onun altından geç. Dilek dilemeyi unutma. “

Yavru hamsi hızla ileri atılmış. İşte gökkuşağı oradaymış. Hemen şimdi altından geçerim, diye düşünmüş. Aya giden füzeden daha hızlıymış. Yeryüzünün tüm karmaşasını önüne katmış, kovalıyormuş. Aniden önüne bir palamut çıksa ne yazarmış? Bir palamut değil, bin palamut bir damla duman olsa üfler geçermiş. Yavru hamsinin şansına gökkuşağı bu sefer yakındaymış. Gökkuşağının altından geçerken, dünya denizlerinde yaşayan en büyük balık olmak istiyorum, demiş.

Yavru hamsi hareketlerinin yavaşladığını fark etmiş. Başı dönüyor ve gözleri kararıyormuş. Ağır ağır ilerlemeye devam etmiş. Başının dönmesi geçmeye başlamış. Artık gözleri kararmıyormuş. Etrafında toplanan balıklar, hayret dolu bakışlarla ona bakıyorlarmış.

“ Ne kadar da büyük! “
“ Hamsi değil mi o? “
“ Hiç bu kadar büyük hamsi olur mu? “
“ Olmaz ama olmuş işte. “ diye konuşuyorlarmış.
“ Fazla yanına sokulmayalım, bizi yutmasın. “
“ Akıllım, hamsiler balık yemez ki, onlar planktonla beslenir. “
“ Kaç metre var bunun boyu? “
“ Yirmi metre var. “
“ Hey, dev hamsi, sen bu boyla Karadeniz’de barınamazsın, okyanusa gitmelisin. “

Dev hamsi konuşmuş: “ Neden barınamazmışım? Ben bu denizde doğdum. Ben Karadeniz hamsisiyim. “

“ Normal boyutlarda olsaydın olurdu ama bu boyutlarda olmaz. Dev gövdeni besleyecek kadar plankton burada bulamazsın. Karadeniz’in iki yüz metreden aşağısında yaşam yoktur. Dar alanda hareketlerin kısıtlanır. Var git okyanusa dünya seni tanısın. “

Dev hamsi iki gün oralarda annesini aramış. Balıklardan öğrendiğine göre, hamsi sürüsü ile birlikte annesi de, palamut sürüsünü peşine takmış, İstanbul Boğazı’ndan Marmara’ya kaçmış. Zaten okyanusa gitmek için, Marmara’dan geçmesi gerekliymiş. Dev hamsi, annesini Marmara Denizi’nde arayacakmış.

Dev hamsi bir hafta boyunca annesini Marmara’da aramış ama bulamamış. Yavruyken palamutlara yakalanmayan annesi şimdi hiç yakalanmazmış. Balıkçı ağlarına takılmadıysa, bir yerlerde mutlaka saklanıyormuş. Bu iri cüssesiyle onu kıyıda, köşede araması olanaksızmış. Dev hamsi daha sonra Çanakkale Boğazı’ndan geçerek Ege’ye, oradan da Akdeniz’e ulaşmış. Dev hamsiyi kıyılardan ve gemilerden gören insanlar fotoğrafını çekmiş.

Dev hamsi dört ay Akdeniz’de kalmış. Pek çok yeri gezmiş, dolaşmış. Burada yaşayan deniz canlılarıyla arkadaş olmuş. Birkaç yerde köpekbalıklarıyla karşılaşmış. Ortalama dört-beş metre boylarındaki köpekbalıkları dev hamsiye hayret dolu bakışlarla bakmışlar. Çok şaşırdıklarını söylemişler. Ona dostça davranmışlar. Nasıl olup da bu kadar büyüdüğünü sormuşlar. Dev hamsi de olanları anlatmış. Gördüğü ilgiden memnun kalmış. Daha sonra bir yılan balığının kılavuzluğunda Cebelitarık Boğazı’nı geçip, Atlas Okyanusu’na giriş yapmış.

Dev hamsi, yılan balığı ile birlikte, önce kuzeye doğru uzun süre gitmiş. İzlanda yakınlarına kadar gelmişler ama giderek soğuyan hava onları caydırmış. Ters yüz edip geri dönerek, Brezilya kıyılarına sokulmuşlar. Daha sonra güneydoğuya doğru yüzerek, Afrika’yı dolanıp, doğuya ilerlemişler ve Avustralya’ya ulaşmışlar. Dilden dile, gönülden gönüle dev hamsi adı ulaşmış ve dünya denizlerinde ünü giderek yayılmış. O, şöhret basamaklarını hızla tırmanmış.

On yıl sonra: İnsanlar arasında en çok tanınan kimmiş? Dünyada yaşayan yedi milyar insan varmış. Bu kadar insanın tanıdığı bir kişi olamazmış. Dünya denizlerinde yaşayan yüz milyardan fazla canlının hepsinin tanıdığı varmış ve o da, dev hamsiymiş.

Okyanusa çıkalı beri aradan on yıl geçmiş ve dev hamsi on yaşına girmiş. Hamsiler, en çok dört yıl yaşarmış. Hamsi yine hamsi ama boyutları arttığı için, yaşam süresi uzamış. Dünyada insan dışındaki canlı varlıklar arasında yaşam süresi açısından şöyle bir kural varmış: Genelde küçük canlılar az, büyük canlılar çok yaşarmış. Yirmi santimetrelik hamsi dört yıl yaşarsa, yirmi metrelik hamsi kırk yıl yaşarmış. Bu bir doğru orantıymış. Balinalar ortalama kırk yıl yaşadığına göre, hamsi balinası da varsın kırk yıl yaşasınmış.

FIRÇALA DİŞLERİNİ ŞÜKRÜ
“ Yaşasın! Şükrü yine çikolata yemeye başladı. Biz sevinmeyelim de kimler sevinsin. Aramıza yeni arkadaşlar katılacak. Çalışmalarımız daha bir hızlanacak. İyi ki Şükrü ağız sağlığının, dişleri korumanın, diş fırçalamanın önemini bilmiyor. Bilseydi biz burada Şükrü’nün dişlerine elimizden geldiğince zarar verebilir miydik? Şükrü’nün dişlerini kemirebilir, bir daha asla eski durumuna getirilemeyecek şekilde tahrip edebilir miydik? “

“ Haklısın mikrop kardeş. Şükrü her yemekten sonra, bırak her yemeği her akşam yatmadan önce dişlerin mutlaka fırçalanması gerektiğini bilseydi, sen o soruları bana soramayacak ve biz şimdi burada olmayacaktık. “

“ Ne o? Neden birden durgunlaştın? Sanki Şükrü’nün bilgisizliğine üzülüyormuş gibi bir halin var. Şükrü dişlerini fırçalamıyorsa suç bizim mi yani? Fırçalamasa daha iyi değil mi? Baksana güzel güzel Şükrü’nün dişlerini kemirip duruyoruz. Hem sen elini biraz çabuk tut da Şükrü’nün azı dişinde açmaya çalıştığın o kanalı biraz genişletip içine yuvanı kur. Yeni gelenlerle sayımızın artacağının farkındasın sanırım. Sonra işsiz kalırsın bilmiş ol. “

“ Kim işini kaybedecekmiş? Yok daha neler. Bu azı dişi ötekilerden daha büyük ve geniş olduğu için ben size göre daha ağır çalışıyormuş gibi görünüyorum. Oysa her şey apaçık ortada. En hızlı çalışan benim ve en geniş yuva benim yuvam. “

“ Hah hah ha…Güleyim bari. En geniş yuva senin yuvan demek ki? Peki kabul. Teori olarak gayet güzel. Bu teoriyi bana nasıl ispat edeceksin bakalım. İşte ben kendi yuvama rahatlıkla sığışıyorum. Sen bırak sığışmayı o minnacık yere kafan girmez, kafan. “

İki mikrop arkadaş bu şekilde konuşmalarını sürdürürken arkalarında durmakta olan baş mikrobun farkında değillerdi.

Baş mikrop: “ Hey, siz ikiniz! Kesin konuşmayı. Kendinizi nerede sanıyorsunuz? Canımı sıktınız benim. İkinizden biri fazla burada. En hızlı çalışanınız burada kalır, öteki gider. Açılın bakalım şöyle, yaptığınız işi görelim. “

Baş mikrop gerekli kontrolü yaptıktan sonra ikinci mikrobun işine son verdi. Yerine gelen mikropların en irisini, en güçlüsünü getirdi. Baş mikrop ikinci mikrobu götürdükten sonra yeni gelen çalışma arkadaşının hırsla işe giriştiğini, Şükrü’nün azı dişini hızla oymaya başladığını gören birinci mikrop heyecanlı bir şekilde bağırdı:

“ Yaşsa kocaman! Parçala Şükrü’nün dişlerini. Hiç acıma Şükrü’ye. Hepimiz elele verelim, tüm gücümüzle çalışalım da en kısa zamanda dişlerden bir tanesini bile sağlam bırakmayalım. Şükrü’nün dişlerinin hepsi çürüyüp gidecekse kabahat kimin? Fırçalasaydı efendim Şükrü dişlerini, bizleri dişleri arasında barındırmasaydı. Yaptığımızdan dolayı kimsenin bize kızmaya hakkı yok. Biz mikrobuz, işimiz bu.”

Yeni gelen mikrop birkaç ay içinde üzerinde çalıştığı azı dişinin iç kısımlarına ulaştı. Burası dişin sinir uçlarının bulunduğu bölümdü. Ne yazık ki, o diş ağrımaya başladı. Bu ağrının cefasını dişlerini fırçalamayan Şükrü çekecekti. Şükrü bir gün evlerinin yakınındaki arsada oynarken dişi yine ağrımaya başladı. Arkadaşlarından izin alan Şükrü oyunu bıraktı ve bir eliyle çenesini tutarak evine doğru yürümeye başladı. Attığı her adımda ağrının giderek fazlalaşması ve dayanılmaz duruma gelmesi sonucu, kendini çok sıkmasına karşın, Şükrü ağlamasına engel olamıyordu.

Karşıdan gelmekte olan genç bir adam, Şükrü’nün ağladığını görünce durdu ve ona neden ağladığını sordu. Şükrü dişinin çok ağrıdığını, günlerdir bu ağrıların kendisine rahat ve huzur vermediğini, ağrılar yüzünden geceleri uyuyamadığını, ağrıların bazen kendiliğinden yok olduğunu fakat birdenbire tekrar başladığını ağlayarak anlattı. Genç adam, çocuğun bu derece acılar içinde kıvranmasına göz yummadı. Şükrü’nün elinden tutarak onu en yakın dükkâna götürdü ve bir diş macunu ile bir diş fırçası aldı. Dükkanın önündeki çeşmede Şükrü’nün dişlerini fırçalamasına yardımcı olan genç adam, Şükrü’nün dişinin ağrısının geçtiğini söylemesi üzerine:

“ İşte Şükrü, diş fırçalamanın ne kadar yararlı olduğunu kendi gözlerinle gördün. Çikolata, şeker ve yenen her şeyden sonra ağızda dişler arasında kalan artıklar, kırıntılar kısa zamanda kimyasal değişime uğrayarak aside dönüşür. Bu asit içinde pek çok türden mikrop bulunur. Bu mikroplar diş minelerine büyük zarar verir, onları yavaş yavaş oymaya başlar. Eğer biz dişlerimizin çürümemesini, ağrımamasını istiyorsak yemek yedikten sonra dişlerimizi fırçalamalıyız “ diyerek Şükrü’yü evinin önüne kadar getirdi.

“ Sakın unutma Şükrü, her yemekten sonra dişlerini fırçala. Şimdi sana iyi günler dilerim. “

Bunun üzerine Şükrü, sevinçle: “ Çok teşekkür ederim, Serdar Abi. Bundan sonra dişlerimi devamlı olarak fırçalayacağım. Size de iyi günler “ diyerek evine gitti.

Serdar Yıldırım